Her geçen gün sosyal paylaşım sitelerinde geçirdiğimiz zaman artıyor. Artık hayatımızın bir parçası olduğunu çok iyi biliyoruz, ancak onunla yaşamayı henüz öğrenebilmiş değiliz. Duygularımızı, tutumlarımızı sergilememize fırsat veren bu siteler, farklı içsel süreçlerimizi de yaşamamıza sebep oluyor. Günlük hayatta sergilediğimiz her duyguyu bu sitelerde de çevremizdekilere gösterebilir olduk.
Gün içinde sanal kimliklerimizle, çeşitli iletişim kanalları aracılığıyla duygularımızı, düşüncelerimizi paylaşır olduk. Sevdiğimiz, nefret ettiğimiz, hayranlık duyduğumuz insanlarla, diyalog kurup, paylaşımları beğeniyoruz, yorum yapıyoruz. Hatta daha da ileri gidip kıskanıyoruz, kavga ediyoruz, sinirleniyoruz. Başlangıçta boş vakit aracı olan paylaşım siteleri, bugün duygularımızı derinden etkiler hale geldi. Bu konuda sosyal medya odak noktası denebilir.
Sosyal medyayı her insan farklı şekillerde kullanmakta, kimisi daha sık paylaşımda bulunurken, kimisi daha az paylaşımda bulunuyor, kimisi ise sadece izliyor. Tatilden tutun da, içtiğimiz kahveye kadar her şeyi deşifre eder olduk.
Bu derece fazla paylaşım yapan ile hiç paylaşım yapmayan arasında, gerçek hayatta karşılığı olan bir farklılık olmalı. Bu paylaşımların sayısını belirleyen sadece sosyal medyaya karşı olan düşünce ve tutum mu, yoksa kişilik farklılıkları da etkili mi? Tüm ruh sağlığı uzmanları teknoloji bağımlılığından bahsederken, belki de konuşulması gereken bir diğer nokta sosyal medyadan ortaya çıkan yeni kimlik tipleridir.
Bugün değer verdiğiniz biri fotonuzu beğenmedi diye aklınıza takılabiliyor, ya da hoşlandığınız biri çok güzel bir fotonuzu sizinle ilgilenmiyormuş gibi yapmak için beğenmeyebiliyor. Hoşlandığınız kişi sizinle beraber olma şansını yükseltmek için sizi sanal ortamda da şımartmama çabasında olabiliyor. Tam olarak gerçek hayatta yaşadığı gibi sanal hayatta yaşıyor
Bu nokta gerçek ile sanalın çoktan iç içe geçtiğini de bizlere gösteriyor.
Psikolog Barış GÜRKAŞ
İstanbul
Bir Yanıt
Tam nokta atışı olmuş bu yazı, tebrikler.